Peki neden distopik bir dünyayı değiştirmeye çalışan kahramanları izlemeye ya da okumaya ihtiyaç duyuyoruz? Kahramanlara aslında her zaman ihtiyaç duyuyoruz. Günlük hayatımızda genellikle kontrol elimizde olmuyor, her ne kadar özgür iradenin varlığından söz etsek de çoğu zaman -belki de her zaman- olaylar kendi irademiz dışında gelişiyor ve biz bu değişime ayak uydurmaya çalışıyoruz. Kahramanlarsa bizim yapamadığımızı yapıyorlar. Kontrolü ellerinde tutabiliyor ve günü kurtarıyorlar; bazen de başarısız oluyorlar. Ama sonuç ne olursa olsun, dünyanın daha iyi bir yer olacağına ve adaletin sağlanacağına dair umudumuzu korumamızı sağlıyorlar. Bu bir ihtiyaç ve böyle hissetmekten daha normal bir şey yok. Sonuçta ne biyolojik ne de psikolojik olarak her an ve tamamen dayanıklı olmamız söz konusu değil. Bazen düştüğümüzde bizi kaldıracak güvenilir birine ihtiyacımız oluyor.
Carl Jung bu ihtiyacımızı arketiplerle açıklıyor. Ortak bilinçaltı adını verdiği, atalarımızdan aldığımız ruhsal bir mirasın olduğunu ve arketiplerin, bu ortak bilinçaltımızın evrensel sembolleri olduğunu söylüyor. Ona göre, kahramanlara duyduğumuz ihtiyaç da "kahramanlık arketipi"nden kaynaklanıyor ve davranışlarımızı etkiliyor. Romantik bir söylem gibi durabilir, fakat bu ihtiyaca değinmiş olmasından dolayı değerli.
Distopyayı konu edinen animelerin çoğunun geçtiği mekanlar bana hep zaten yaşadığımız düzenin sadece biraz daha somutlaştırılmışı ve abartılmışı olarak gelmiştir. Belki de reel dünyada bu kadar sık kahramanlara rastlamamamızın sebebi kurgulardaki kadar gözümüze sokulmamış olması. Kökleşmiş ve çok iyi işleyen bir distopyada yaşıyor gibiyiz.
"Bu dünyanın tüm iyi insanları öldü."
Her bölümün ardından, arkada ninnimsi kapanış bestesi çalarken size tavanı seyrettirecek türden bir anime. 90'ların hareketli pop şarkılarını anımsatan nostaljik açılış bestesinin aksine her bölümle beraber daha da depresif bir atmosfere bürünüyor ve bolca şiddet içeriyor.
"Dünya, şiddetle barışın gelmesini istiyor. Benim tarafımdan, benim için ve bana ait bir barış."
Ana karakter Shu, aslında Tokyo'da yaşayan fakat tanımadığı bir kızı kurtarmaya çalışırken bahsi geçen gezegene ışınlanmış sıradan bir çocuk. Shu'yu ayrı kılansa, güven veren ve kendinden emin tavırları. Maruz kaldığı onca işkenceye ve şiddete rağmen bir gün her şeyin düzeleceğine dair inancını koruyor.
"Emirlere uyduğumuz sürece eve dönebiliriz. Bu yüzden sorun yaratma!"
- Sizlerden anlayışlı olmanızı ve bizimle işbirliği yapmanızı istiyoruz.
- Kafamıza silahlarınızı dayadığınız sürece anlayışlı falan olamayız!
2. Neon Genesis Evangelion
Bu anime, hakkında bahsedilecek çok şeyi olduğu ve bana çok şey kattığı için kısa bir tanıtımını yazıp geçmek küfür gibi geliyor (çalışacağım meslek alanını seçmemde bile etkili oldu). Onun yerine alın bunu izleyin. Zamanım olduğunda NGE'ye özel ayrı bir yayın yazacağım.
Not: Rebuild'lerden nefret ediyorum :)
3. No.6
Zekice işlenebilecek bir konusu varken sonu çok yavan ve anlamsız biten bir anime. Ana karakterlerin arasındaki ilişkiyi ve animenin atmosferini beğendiğim için severek izledim. Soundtrack 9/10. Nezumi'nin söylediği şarkıları hala arada açıp dinliyorum.
4. Psycho-pass
Bu animeyi orijinal konusundan dolayı çok sevmiştim ama görünen o ki konusu pek de orijinal değilmiş! Alfred Bester'in Hugo Ödülünü kazanan bilim-kurgu romanı "Yıkıma Giden Adam" ile benzerlikleri var. Gerçi fikir aynı olsa da olay örüntüsü apayrı tabii ki.
5. Code Geass
Code Geass, anime aleminin ikinci bir Death Note'u sayılabilir. Alakası yok bence ama nedense "Bana Death Note tarzı bir anime önersene" dendiğinde hep bu animenin ismi verilir. Benimse çok sevdiğim animelerden biridir.
Diğer distopik animelere örnek şunlar olabilir;
6. Steins;Gate
7. Ghost in the Shell
8. Ergo Proxy
9. Shinsekai Yori
10. Angel Cop
11. Texhnolyze
12. Deadman Wonderland
Keyifli izlemeler!
Yarısını izlemişim diğer yarısı izlemek de ödev oldu bana. Code geass, steins gate, shinsekai yori çok iyiydi beni benden aldılar resmen.
YanıtlaSil